Bundan 100
yıl önce insanlar hayatlarını tek bir işte çalışarak tamamlıyorlardı. İş
değiştirmek neredeyse ayıp sayılıyordu. Bugün ise ilk girdiği işten emekli olan
yok denecek kadar az. Önümüzdeki dönemde aynı mesleği yaparak hayatlarını
tamamlayan insanlar azınlıkta kalacak. Hepimiz yeni yetkinlikler elde etmek
için “yeniden öğrenmek” zorunda kalacağız. Toplumsal değişim hepimizi yeni
bilgiler edinmeye mecbur bırakacak.
Yaşadığımız
hızlı değişim, sadece iletişim araçlarımızı değil hayatımızın tamamını
değiştirdi. Sahip olduğumuz bilgiler hızla eskimeye başladı.
Öğrenmek
artık okulla sınırlı bir iş olmaktan çıktı. Eskiden öğrenme biter iş başlardı;
şimdi öğrenme hiç bitmeyecek. Hepimiz özel kurslardan, internetten öğrenmeye
devam edeceğiz.
Yeni çağa
ayak uydurabilmemiz için kendi içimizdeki merak ve öğrenme isteğini canlı
tutmak zorundayız. Merak insanın “ilerlemek” için sahip olduğu en önemli
niteliktir. Sanatın, bilim ve teknolojinin, endüstrilerin gelişmesi merak sayesinde
olmuştur.
Hepimiz
merak dürtüsüyle doğarız. Çocuklar bir sorunun cevabını alana dek yılmadan
sormayı severler. Fakat ne yazık ki aile, okul ve toplum çocuğun doğasındaki bu
merakı o kadar bastırır ki sonunda neredeyse hiç soru sormayan büyük insanlar
çıkar ortaya. Oysa bizi zihinsel olarak büyüten ve geliştiren de aslında bu
meraktır.
Bizi bundan
sonra kimse yeniden okula çağırmayacağına göre, içinde yaşadığımız değişime
ayak uydurabilmenin sorumluluğunu kendimiz üstlenmeliyiz. Artık okulda öğrendiğimiz
bilgilerle çalışma hayatını tamamlama devri çoktan geride kaldı.
İşimizde
verimli olmak istiyorsak hayata tutunmak istiyorsak kendimizi sürekli yenilemek
zorundayız. Meraklı olmak, yeni bilgiler edinmek, yeni yetkinlikler kazanıp
bunları hayatımıza sokmak zorundayız. Aksi takdirde sadece bildiklerimizin
geçersiz kaldığını değil, aynı zamanda da değişen hayatın bizden kopup
uzaklaşmasını seyretmek gibi bir üzüntüyü yaşamakla karşı karşıya
kalabiliriz.
Hepimiz
sürekli yeni bir şeyler öğrenmeyi “yaşam biçimine” dönüştürmek
mecburiyetindeyiz. Yeni dünyada başarının yolu çok şey “bilmek” değil
“hayat boyu öğrenmeyi bir zevk haline getirmekten” geçiyor. İçinde yaşadığımız
dönemde bilginin raf ömrü çok kısa. Bildiğimiz her şey daha biz onu kullanırken
eskimeye başlıyor. Oysa anne-babalarımız kendi anne-babalarından öğrendikleri
bilgilerle bir ömür tamamlıyorlardı. Bugünün gençleri ise anne-babalarından
mesleki bir bilgi edinme şansına pek sahip değiller. Değişim o kadar hızlı ki
anne-babaların bilgisi çocukların işine pek yaramıyor. Öğrenmenin kendisini
öğrenmek, bilmekten çok daha önemlidir; çünkü başarıyı getiren aslında ne kadar
bildiğimiz değil, bireysel gelişim ve öğrenme disiplinimizin ne kadar gelişkin
olduğudur.
Öğrenme
ihtiyacı kendiliğinden ortaya çıkmaz. Ne zaman ki sahip olduklarımızın,
bildiklerimizin artık “yeterli olmadığını” fark ederiz, o zaman düşünmeye ve
yeni yollar aramaya başlarız. Böyle bir ihtiyaç duyduğumuzda nasıl bir çevrenin
içinde olduğumuz bizim başarımızı en az kendi merak ve hevesimiz kadar
belirleyicidir. Bazı ortamlar öğrenmeyi, yenilenmeyi, ilerlemeyi desteklerken
bazıları buna engel olur. Merak ve öğrenme ihtiyacı duyduğumuzda bizi
destekleyen bir ailede, bir arkadaş ya da iş ortamındaysak işimiz çok daha
kolaylaşır. Merak duygumuzu ve öğrendiklerimizi paylaşabildiğimiz ortamlarda
öğrenme bir zevke dönüşür.
Ancak böyle
bir ortamda insanlar sürekli öğrenmeye, yeni yöntemler ve fikirleri denemeye
gönüllü olurlar. Ben liderlerin eğer markalarını farklılaştırmak ve
şirketlerini başarılı kılmak istiyorlarsa bu kültürü kendi
organizasyonlarında canlı tutmalarını çok önemli buluyorum.
Öğrenmenin
bir zevk ve iş yapma biçimi hatta yaşam tarzına dönüştüğü ortamlarda insanlar,
tıpkı bitkilerin uygun toprak ve iklimde yeşermesi gibi hayata sarılır; gelişir
ve büyürler. Öğrenmenin desteklendiği ortamlarda insanlar hayat boyu canlı ve
enerjik kalırlar.
Değişen
dünyaya ayak uydurmak için sürekli öğrenmek, kendimizi yeniden yaratmak
zorundayız.
Hilmi Işıkören
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder